Ankara'daki Suriye zirvesinden ne sonuç çıktı?

Beşincisi yapılan Türkiye-Rusya-İran zirvesinden çıkan en somut sonuç, Anayasa Komitesi'nin oluşumuyla ilgili pürüzlerin ortadan kalktığının açıklanması oldu.

Ankara'daki zirve, Türkiye ve Rusya'nın ABD ve Suudi Arabistan baskısı altındaki İran'dan uzaklaşarak giderek daha fazla Suriye konusunu ikili mekanizma içerisinde çözme eğiliminde olduklarını göstermeleri açısından da dikkat çekti. Daha önce bir kısmı silahtan arındırılmış bölge ilan edilen İdlib'deki çatışmalarla ilgili ise somut bir sonuç çıkmadı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Rus ve İranlı mevkidaşları, Vladimir Putin ve Hasan Ruhani'yle Ankara'da düzenlediği zirveden çıkan en somut sonuç, Anayasa Komitesi'yle ilgiliydi. Üzerinde 18 aydır çalışılan Anayasa Komitesi, Suriye'de sorunun siyasi yollarla çözülmesi için başlangıç noktası olarak görülüyor.

Muhaliflerin ve rejimin Birleşmiş Milletler'e (BM) verdiği listelerin kesinleştiği ancak bağımsız isimlerden bazılarıyla ilgili uzlaşmazlığın sürdüğü Anayasa Komitesi için liderler, "pürüzler ortadan kalktı" açıklaması yaptı.

Ankara'daki zirve, Türkiye ve Rusya'nın ABD ve Suudi Arabistan baskısı altındaki İran'dan uzaklaşarak, Suriye konusunu daha fazla ikili mekanizma içerisinde çözme eğiliminde olduklarını göstermeleri açısından dikkat çekti.

Ancak Ankara zirvesi, genel haliyle bakıldığında 2011'den beri süren iç savaşın barışçıl yollarla sonlandırılması için kuvvetli sinyaller üretmedi.

4 ana konu: Anayasa Komitesi, İdlib, güvenli bölge, mülteciler

Türkiye, Rusya ve İran liderleri, ilk kez 22 Kasım 2017'de bir araya gelmişti.

Beşinci zirvenin gündeminde 4 ana konu yer aldı: İdlib'de son dönemde artan gerginliğin sonlandırılması, Suriye'nin kuzeydoğusunda Türkiye ile ABD'nin oluşturmaya çalıştığı güvenli bölge, Suriyeli göçmenler ve sorunun siyasi yollarla çözülebilmesi için Anayasa Komitesi'nin oluşturulması.

Zirve sonunda Erdoğan, Putin ve Ruhani tarafından yapılan açıklamalar, bu 4 ana gündem maddesinden sadece biriyle ilgili; 150 kişiden oluşması öngörülen Anayasa Komitesi'yle ilgili pürüzlerin aşıldığını ortaya koydu.

BM Güvenlik Konseyi'nin 2254 sayılı kararına göre, Suriye'de siyasi çözümün gerçekleşebilmesi için en önemli adım olarak Anayasa Komitesi'nin oluşturulması görülüyor.

150 kişiden oluşacak komitede Beşir Esad rejimi 50, muhalefet grubu 50 ve bağımsız kişilerden oluşacak sivil toplum grubu da 50 kişiyle temsil edilecek. 150 kişilik grubun oluşmasının ardından her 3 gruptan 15 kişinin atanmasıyla 45 kişilik anayasa yazım grubunun oluşturulması öngörülüyor. 2254 sayılı karar, yeni anayasanın oluşturulmasının ardından, adil seçimler aracılığıyla Suriye halkının yeni yöneticilerini seçmesini öngörüyor.

Rejim ve muhalefet gruplarının seçtiği 50'şer kişiyle ilgili bir sorun olmamasına rağmen özellikle sivil toplumu temsil edecek geri kalan 50 kişilik listeyle ilgili sorun aylardır çözülemiyordu. Türkiye, Rusya ve İran dışişleri bakanları, komitenin oluşumunu 2018 Aralık ayı sonunda ilan etmeyi planlıyordu ancak son dakikada taraflar arasında, özellikle Rusya ve Türkiye arasında çıkan görüş ayrılıkları nedeniyle aylar süren bir gecikme yaşandı.

Türkiye ve Rusya, aylar süren müzakereler sonunda bir anlaşma üzerinde mutabık kaldı.

Anayasa Komitesi'nin resmi duyurusu Birleşmiş Milletler'de yapılacak
Erdoğan, Putin ve Ruhani'nin komitenin oluşması için pürüzlerin aşıldığını açıklamalarına karşın, Anayasa'yı yazacak grubun oluşturulduğuna ilişkin resmi açıklama BM öncülüğünde yapılacak.

Komitenin çalışma usulüyle ilgili detaylarda da uzlaşıldığında, 3 ülke dışişleri bakanlarının ve BM'nin Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen'in katılımıyla, New York ya da Cenevre'de resmi duyurunun yapılması öngörülüyor. Ardından da komite çalışmalarına başlayacak.

Erdoğan'ın basın toplantısında ifade ettiği gibi Türkiye, Suriye'de olası bir siyasi çözüm sürecinin BM çatısı altında ve başta ABD olmak üzere Batılı güçlerin de yer aldığı Cenevre Süreci kapsamında yürütülmesinden yana.

Bunun en önemli nedenlerinden biri, çatışmaların sonlanması ve siyasi dönüşüm sürecinin başlatılması durumunda Suriye'nin yeniden imarı ve mültecilerin geri dönmesi için gerekli mali yardımın sadece ABD ve AB liderliğindeki ülkeler aracılığıyla sağlanabileceği gerçeği.

Bu sürecin başlatılmasıyla birlikte Suriye'de yeni anayasanın hangi temeller üzerinde inşa edileceği, karar mekanizmalarının nasıl işletileceği, oluşturulacak yeni anayasanın Suriye'de tarafsız ve adil seçimler için yeterli olup olmayacağı ile ilgili yeni sorular gündeme gelecek.

İran Cumhurbaşkanı Ruhani'nin, Suriye anayasasının "revize edilmesi gerektiği" ifadeleri, taraflar arasındaki görüş farklılığını ortaya koyması açısından önemli. "Bugün bu komite tamamen oluşmuş durumda. Umuyoruz ki yakın zamanda çalışmalarına başlayacaktır. 2020-2021 yıllarına kadar Suriye'de seçimler için uygun atmosferin oluşmasını umuyoruz," ifadelerini kullanan İran Cumhurbaşkanı, bu sözleriyle Suriye anayasasında sınırlı bir tadilatla ama mevcut yönetimi rahatsız etmeyecek şekilde bir çözüm beklentisi içerisinde olduğunu belirtmiş oldu.

Bu kapsamda, anayasa komitesinin çalışma kurallarına ilişkin sayısız sorunun hâlâ cevaplandırılamadığı, dolayısıyla kurulsa bile bu komitenin etkinliği konusunda uluslararası toplumun şüphelerinin giderilemediği gerçeği dikkat çekiyor.

İran, anayasada ufak bir talimat yapılması yoluyla Esad yönetimin görevinin başında kalabileceği hesabını yapıyor. Türkiye ise bu sürecin yönetim değişikliği ile sonuçlanmasını hedefliyor.

Ankara'daki diplomatik kaynaklar, Batı'nın siyasi sürecin başlatılmasına destek vereceğine çünkü elde kalan tek mekanizmanın bu olduğuna dikkat çekiyor. Ancak, Suriye yönetiminin muhalefetle ilgili olası bir güç paylaşımına hevesli olmayacağı, elindeki otoriteden taviz vermesinin beklenmemesi gerektiğini de kaydediyorlar.

İdlib cephesinde büyük bir değişiklik yok

Zirvenin önemli gündem maddelerinden biri de İdlib'de Suriye rejim güçlerinin saldırıları sonucunda yaşanan insani kayıplar ve olası yeni mülteci akını oldu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan zirve öncesinde Reuters'a verdiği röportajda, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin İdlib'deki gözlem noktalarından çekilmeyeceğini belirterek, dolaylı olarak Rus lidere Putin'e "Bana böyle bir taleple gelmeyin" mesajını vermişti.

Türkiye'nin İdlib planı ne?

Erdoğan, yaklaşık 3.5 milyon kişinin yaşadığı İdlib'de yaşanacak bir sorunun yeni bir mülteci akınına yol açacağını, bunun da sadece Türkiye değil Avrupa'ya da sorun yaratacağının altını çizdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Reuters'a yaptığı açıklamada dile getirdiği gibi, tüm bu sorunların konuşulması için ekim ayında Türkiye-Rusya-Fransa-Almanya zirvesinin yapılabileceğini ifade etmesi de İdlib'den kaynaklanabilecek sorunların Avrupa'ya nasıl yansıyabileceğini göstermesi açısından önemliydi.

Diplomatik kaynaklar, Erdoğan'ın 4'lü zirve düşüncesini hem Almanya Başbakanı Angela Merkel hem de Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile telefonda görüştüğünü ama kesin kararın liderlerin gelecek hafta New York'ta BM Genel Kurulu sırasında alınabileceğini belirtiyor.

İdlib konusunda Putin, bir kez daha Suriye ordusunun "terörle mücadele" ettiğini ifade etti ve "sınırlı da olsa" destek vermeye devam edeceklerinin mesajını verdi. Bu ifadeler, Türkiye açısındna büyük güvenlik sorunu oluşturan konuda yakın vadede tam bir çözüm sağlanamayacağını gösterdi.

Diplomatik kaynaklara göre, Rusya ve Suriye'nin orta vadede amacı, Türkiye'nin İdlib'deki askeri varlığını aşamalı olarak geri çekmesi. Bu adımın daha da sıkıntı yaratacağını düşünen Ankara ise bu adımı atmayacağını ilan etti.

Zirvenin ardından yayımlanan ortak bildiride, Türkiye ile Rusya arasında 17 Eylül 2018'de Soçi'de varılan mutabakata tarafların bağlılığı kayda alınırken, Hayat Tahrir al Şam örgütünün bölgede giderek artan varlığından duydukları kaygıyı dile getirmeleri dikkat çekti.

Bu ifade, Putin'in daha önce ifade ettiği, "Soçi protokolü öncesinde İdlib'in yüzde 50'sini kontrol ediyorlardı, şimdi yüzde 90'ını" sözleriyle paralellik içeriyor.

Diplomatik kaynaklar, rejim güçlerinin bundan sonraki süreçte İdlib'deki operasyonlarını sürdürmelerine kesin gözüyle bakıyor.

"Güvenli bölge" değil YPG ile mücadele

Cumhurbaşkanı Erdoğan, hem açılış konuşmasında hem de basın toplantısında, ABD ile sürdürülmekte olan güvenli bölge konusunu "Türkiye'nin YPG ile mücadelesi" olarak tanımlamayı tercih etti.

Erdoğan, ABD'nin güvenli bölge konusunda Ankara'nın da talepleri doğrultusunda adım atmaması durumunda Türkiye'nin 2 hafta içerisinde Suriye'nin kuzeydoğusunda kalan sınır bölgesini güvenlik altına alacağını kaydederek, Putin ve Ruhani'ye mevcut durumun sadece "terörle mücadele" kapsamında değerlendirilmesi gerektiği mesajını verdi.

Halk Savunma Birlikleri'nin (YPG) varlığının "Suriye'nin toprak bütünlüğüne en büyük tehdit olduğunu" söyleyen Erdoğan, Astana süreci ortaklarından bu konuda gelebilecek eleştirilere kulaklarını kapayacağının mesajını da böylece vermiş oldu.

İran adım adım dışlanıyor mu?

Suriye sürecini yakından takip eden diplomatik kaynaklar, Ankara'da yapılan 5. zirveyle ilgili yaptıkları değerlendirmelerde, Türkiye-Rusya ikilisinin etkisinin giderek arttığına dikkat çekiyor.

İran'ın Suudi Arabistan ve ABD ile yaşanan gerilime gittikçe daha fazla odaklandığı ve dolayısıyla Suriye sürecine eskisi kadar yatırım yapmayacağı değerlendirmesi, bu süreçte öne çıkıyor.

Bununla paralel olarak Erdoğan ve Putin arasında derinleşen ve yoğunlaşan diyalog, ayrıca Rusya'nın stratejik nedenlerden dolayı İran'ın birkaç adım geride durmasını tercih etmesi de, bu sonuca varılmasında etkili oluyor.

Diplomatik kaynaklar, Erdoğan ile Putin arasında yaklaşık 1.5 saat süren baş başa görüşmeye dikkat çekerken, Astana Süreci'nin üçlü düzeyden ikili düzeye geçişinin nasıl sonuçlar yaratacağını tartmaya başladılar bile.